Biz gençlerin hayatımızın tam ortasına yerleşen bir soru bu: “Ben hangi mesleği yapacağım?”
Cevabını ararken bazen kendimizi kaybediyoruz.
Sırf bir meslek sahibi olabilmek, “aç kalmamak”, “boşta kalmamak” için; hayallerimizi, yeteneklerimizi, hatta kimliğimizi bir kenara atıyoruz.
Çünkü toplumun bizden beklediği şey net: “İş bulabileceğin bir bölüm oku.”
Oysa biz, sabahları kitap kokusuyla uyanmak isteyenleriz belki de…
Bir çocuğun gözlerindeki merakı görmek, onun bir şeyler öğrendiğindeki heyecanına tanık olmak isteyen öğretmenleriz.
Sadece ders anlatmak değil, bir yüreğe dokunmak, bir çocuğun hayatını değiştirebilmek, onun içindeki potansiyeli ortaya çıkarabilmek istiyoruz.
Ve belki de bir psikoloğuz içimizde. Başkalarının yüklerini hafifletmek, görmezden gelinen acılara kulak olmak, birinin “iyileşebilirim” demesine vesile olmak istiyoruz.
Ama ne zaman ki üniversite okuyan gençler işsiz kaldı, işte o zaman gençliğin ruhu daralmaya başladı.
“İlgi alanın olan mesleği seç.” deniyor bize.
Ne kadar basit bir cümle.
Ama herkesin seçme şansı eşit mi gerçekten?
Kimi ailesinin yükünü omuzluyor, kimi maddi zorluklarla baş etmeye çalışıyor.
Kiminin yeteneği var ama destekçisi yok. Kimi de kendi hayalini bile tanımıyor çünkü bugüne kadar hep başkalarının sesiyle yönlendirildi.
Etrafa baktığımızda üniversite okuyan insanların işsiz kaldığını, yıllarca dirsek çürütmüş gençlerin ellerinde diplomalarıyla bir köşede beklediğini görüyoruz.
Vasıfsız elemanlar işe alınıp; yıllarını eğitime adamış, gecesini gündüzüne katmış gençler torpilsiz, sessiz ve kimsesiz kaldığı için sistemin dışında bırakılıyor.
Bu tablo yalnızca gençliğin moralini bozmuyor, hayata olan inancını, emeğe olan güvenini de yerle bir ediyor.
Meslekler sadece tıp ve diş hekimliğinden mi ibaret?
Öyle bir düzen oluştu ki sanki geri kalan tüm bölümler, hayat boyu işsizlik garantiliymiş gibi algılanıyor.
Oysa her bölüm, her meslek bir toplumun olmazsa olmazıdır.
Bir sağlıkçı, bir öğretmen , bir psikolog olmadan sağlıklı bir toplum inşa edilemez.
Ama gelin görün ki, öbür bölümleri okuyan gençler, onca yıl kafa patlatıp işsiz kalmak zorunda bırakılıyor.
Gençler en verimli çağında evde otururken, bunca öğretmen ve sağlıkçı boşta beklerken, yaşı çoktan dolmuş olanlar emeklilikten kaçıyor.
Bir yanda atama bekleyen on binlerce öğretmen varken, diğer yanda hiçbir eğitimi olmayan kişiler “ücretli öğretmen” adı altında çocuklara eğitim vermeye çalışıyor.
Soruyorum herkese:
Eğitim fakültesinde dört yıl boyunca didinmiş bir genç dururken, eğitimin ne olduğunu bilmeyen birinin çocuklara rehberlik etmesi ne kadar doğru?
Aynı şekilde; bir bölümün eğitimini almış, stajını yapmış, uzmanlaşmış bir sağlıkçı atanamazken, o alandan bihaber ama birkaç haftalık sertifika almış kişiler o görevlere getiriliyor.
Bu, gençliğin değil liyakatsizliğin ödüllendirilmesidir.
Ve kimse kalkıp da “neden umut kalmadı?” diye sormasın.
Gelecek kaygısı bir sis gibi çöküyor zihinlerimize.
“Ya seçtiğim bölüm işsiz bırakırsa?”, “Ya yıllarım boşa giderse?” gibi sorular uyku kaçırıyor, kalp sıkıştırıyor.
“Garanti meslek” kavramı gençliği boğuyor. İnsanlar mühendis, doktor, avukat oluyor ama gözleri hep başka bir yerde…
Kalbi başka bir şeyde atıyor.
İşte o yüzden mutsuzuz.
Mezun oluyoruz ama tamamlanamıyoruz.
Aslında mesele sadece üniversite kazanmak değil.
Mesele; kendini tanımak, ne istediğini bilmek ve bunun için cesaret göstermek.
Toplumun dayattığı değil, ruhunun çağırdığı yolu seçebilmek.
Bu zor mu? Elbette.
Ama en gerçek başarı da bu değil mi zaten?
Her öğrencinin içinde bir çığlık var:
“Ben bu hayatı neden yaşıyorum? Başkaları mutlu olsun diye mi, yoksa ben de mutlu olabilecek miyim?”
Belki hepimizin cevabı farklı.
Ama soru ortak.
Ve bu sorunun cevabını vermek için önce kendimize dürüst olmamız gerekiyor. Kendimize sormalıyız:
“Ben gerçekten ne istiyorum? Bu seçimi ben mi yapıyorum, yoksa hayat mı beni zorluyor?”
Üniversite bir araçtır, bir amaç değil.
Meslek ise sadece geçim kapısı değil, hayatın büyük bir parçası.
Eğer sevmeyeceksek, eğer her sabah “keşke başka bir şey yapsaydım” diye uyanacaksak, gerçekten buna değer mi?
Hayat kısa.
Ve biz, her ne olursa olsun, kendi hikâyemizin kahramanı olmalıyız. Başkalarının değil.
Hayallerimize sahip çıkmalı, zor da olsa kendi yolumuzu çizmeliyiz.
Çünkü en sonunda başarı, insanın kendini bulduğu yerde başlar.